Doğu Ekspresi
Doğu Ekspresi mükemmel bir deneyim. Herkes mutlaka bir kere yapmalı bu yolculuğu. Çok fazla şehir değiştirmeyecekseniz ya da bavul taşımayı sorun etmiyorsanız nevresim takımınızla gidin ama diyelim ki takım almadınız en azından yastık kılıfı şart.
Kompartıman süslemedim elbette ama yan odada üniversiteli tatlı kızlar vardı, tatlı olduklarını düşündüm çünkü Orhan Pamuk okuyorlardı, aferin onlara. Geleneğin yerini bulması adına onların ledleriyle fotoğraf çektirdim ☺
Örtülü kuşetli kompartımanlarda lavabo yok, kompartıman görevlisi hariç özellikle restoran personeli asık suratlı (Muhtemelen Ankaralıydılar hehehe). Kompartımanlar küçük, dört kişilik kuşetlide, siz siz olun, dört kişi gitmeyin. İki kişi dört bileti de satın alın. Yataklılarda (iki kişilik) yer bulmak daha zor maalesef ama onlar biraz daha büyük, buzdolabı ve el yıkamak için lavabo mevcut. Pulmanlar klasik şehirlerarası otobüs şeklinde. Koltuklar geniş. Yirmi yedi saati koltukta geçirmek nasıl olur bilemiyorum ama Ankara’dan Kars’a kadar gitmeyecekseniz katlanılır sanki.
Tren yolculuğuna geleyim; bitmeyen bir zelzele halindesiniz ama bina çökmüyor gibi bir his. Aşırı yavaş, bir arkadaşım "İnip ittirmek isteyeceğin kadar yavaş," demişti inanmamıştım, haklıymış. Öyle bir fren yapıyor ki, tabii ağır araç, kaç kere bardağımdaki şey (ne olduğunu bilen bilir :p) döküldü.
Trende en büyük problemlerden biri tuvalet. Ben girebildim çünkü burnum koku almıyor. Bu arada tuvaletin raylara dökülmesinin şaşkınlığını epey yaşadım. Raylarda romantik romantik klip, film vs. çekmek isteyenler tekrar düşünsün. O rayların arasında... Off.. Tamam, tamam düşünmeyelim.
Ankara çıkışlı yolculuk gece başlıyor ya da çok kısa bir süre sonra gece oluyor. Manzara yok maalesef. Şehir merkezlerine yaklaştıkça sokak lambaları devreye giriyor, uzaklardan evlerin ışıkları görünüyor o kadar. Ama sabah güneş doğduğunda başlıyor bir görsel şölen. O kadar güzel çaylardan, nehirlerden, kayalıklardan, tünellerden geçiyorsunuz ki zelzele hali bile kaçırmıyor keyfinizi.
Sivas yöresinde çok fazla tünelden geçtik mesela. Dağ değil kayalıkları yara yara ilerledik (Burada İzmirliliğimi vurgulayayım, İzmir’de "Şuradan yardır git," şeklinde bir söyleyiş vardır).
Erzurum Gar ☺ Evet, aşırı soğuktu.
Erzurum’da gara sipariş edilen cağ kebabından yedik ama beğenmedik. Kompartıman görevlisinin dolaşıp sipariş vermek isteyen olup olmadığını sorduğuna dair bir şehir efsanesi duyacaksınız, yok öyle bir şey. Turla gelmiş birilerini bulup kendinizi eklettirmeniz gerekiyor. Kebabı çok daha güzel yapan yerler varmış Erzurum’da. Benim şahsi tavsiyem Doğu Ekspresinden Erzurum’da inilmesi ve orada birkaç gün kalınması yönünde. Kars’a Erzurum’dan geçebilirsiniz. Doğu Anadolu turu gibi bir yolculuk planladıysanız tabii.
Trenden çekilmiş manzaralar
Havası Sert İnsanı Mert Kars'la Tanışın :))
Birinci gün on beş km yol yaptık, yaya. Ben Şeyh Ebul’ Hasan Harakani Türbesi’ne girip çıkana kadar, girişi yıkayan hanımefendinin döktüğü su donmuştu ve düşeyazdım. Nasıl bir soğukla karşı karşıya kalacağınızı anlamışsınızdır umarım.
Harakani Türbesi’nin hemen üzerinde Kümbet Camii'ni göreceksiniz. 932 yılında kilise olarak yapılmış ama 1064’te bölgenin Müslümanların eline geçmesiyle camiye dönüştürülmüş. Camide kilise ve cami izleri bir arada ama temel yapının kilise olduğu anlaşılıyor. Caminin yanında papaz evi bulunuyor, muhtemelen imam evi olmuştur daha sonra ☺ Fakat yaklaştığımızda evin camlarının kırık, içinin ardiye gibi bakımsız bırakıldığını fark ettik. İmam evi olarak kullanılmadığını anladık bu sayede.
Kümbet’in yanında Ulu Camii yükseliyor, 1918 yılında Rusların şehri terk edip Ermeni Taşnak Çetelerine bıraktığı dönem Ermeniler 286 Müslümanı bu camide yakmış ve bu yüzden camii "Yanık Yağlı Camii" diye de anılıyor. Camii yenilemeden geçmiş fakat duvarlardaki yangın izleri çerçevelenmiş.
Kars Kalesi’ne gidiş çok kolay, yürüyerek de ulaşılıyor, araçla da. Yol üzerinde yukarıda bahsi geçen tarihi eserler de olduğu için yürüseniz daha iyi olur. Kaleye çıkınca muhteşem bir şehir manzarası sizi bekliyor.
Kaç bin yüz fotoğraf çektiğimi hatırlamıyorum. Karlarla kaplı dağlar ışıldıyor karşınızda. Dağların ortasına kondurulmuş bir şehir. Tepeden taş bir köprü de görüyorsunuz. Tarihi kent havasının olmazsa olmazı her şey var yani ☺
Kalenin kafesinde yöreye özel kaz yemeği, hangel vs. servis ediliyor. Çayı semaverle getiriyorlar. Tek bardak çay içemezsiniz. Vaktiniz varsa oturun tabii, bir değil iki demlik çay da içilir o manzarada. Kafede, elli atmış cm’ye kadar batmayan kar ayakkabılarını (hedik) ve obsidyen taşıyla yapılmış takıların sergilendiği standları inceleyebilirsiniz.
Kaleden inince sağdaki taş köprünün girişinde birkaç tane hamam mevcut fakat kapalılar. Köprüden karşıya geçince halk ozanlarının büstleriyle karşılaştık, çok şekerlerdi. Ben birini Freud’a benzettim ama değilmiş.
Laçinbey Camii’nin (büstlerin karşısındaki camii) imamı Kars Devlet Konservatuarını "Saz çalanların olduğu bölüm," diye tanımladı, hoşuma gitti. Bilirsiniz saz, çalgı aleti demektir. Bütün enstrümanlara saz deriz biz. Bu açıdan yanlış bir kullanım değil. Ancak bağlamaya "saz" diyen kişiler de görüyorum. İmamın hangi amaçla kullandığını bilmiyorum tabii.
Ulu Camii’den Kars kalesine giden yolda Beylerbeyi Sarayı inşaatı devam ediyor. Saray için oradaki gecekondu görünümlü eski evler yıkılmış. Şehrin silueti açısından yararlı olsa da evi boşaltılan vatandaşın akıbetini öğrenemediğim için olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmayacağım.
Kaz evinde bir tablo.
Kars Kaz Evi’nin yemekleri, özellikle ezmesi, harika. Everik (yöreye özgü bir ot) ve ısırgan otu çorbası da lezzetliydi. Ama o nasıl bir ezmeydi? "Bir kavanoz verin lütfen," diye yalvardım neredeyse ama vermiyorlarmış. Yaza doğru satışını başlatmayı düşünüyorlarmış. Doyurucu, lezzetli, yediğim en güzel ezme ki ben ezme sevmem normalde. Demek ki muhteşem yapılmışını bulunca severmişim. Son iki yıldır kazlara bir hastalık peyda olmuş, civcivler yirmi günlükken pert oluyorlarmış. Bir kaz 250-300 liraya fırlamış bu yüzden. Esnaf fiyatlardaki artışın bununla ilgili olduğunu iddia ediyor fakat bilemiyorum Altan, bana gayet de turizmle ilgiliymiş gibi geldi. Bir diğer iddia da Ağrı ve Van’dan kaz getirdikleri ama Kars Kazı kadar lezzetli olmadığı yönünde. Karşılaştırma imkanım olmadığı için fikir beyan etmeyeceğim ☺
Kars sokaklarından kareler.
Kafkas Cephesi Müzesi
Müze şehir içi yürüme mesafesinde. Militarist bir insan değilim ama savaşın dehşetengiz soluğunu hissedip kahrolmanıza neden olabilen bir müze. Arkeoloji müzesine giremedim ama bu müzenin etkisi de büyük oldu.
Savaştan kalan çarıkların sergilendiği benzetim alanı tüyleri diken diken etmeye yetiyor. (Buraya şu bilgiyi de bırakayım; batarya aslında savaş terimi. Kendi etrafında dönüp güvenliği sağlayan top başlıklarına deniyor.)
Müzenin yanında, Ruslar tarafından Kazım Karabekir’e hediye edilen Beyaz Vagon sergileniyor. Kazım Karabekir’in başarıları vs hakkında epey bilgi de veriliyor içinde. Ailesinin fotoğraflarıyla süslenmiş duvarlar. Kızları epey güzelmiş yalnız ☺
Kars’ta Malakan adı verilen azınlık bir halk yaşıyor. Rus Çarı Deli Petro’dan kaçıp gelen Rus vatandaşlarmış. Epey çalışkanlar. Çoğu göçmüş ya da vefat etmiş. Bir de kapalı evlilik yaptıkları için sayıları epey az kalmış. Karslıların söyledikleri "Bizden dürüst ve adaletliler, bize tarıma, hayvancılığa dair çok şey öğrettiler." Malakan peynirini de Karslılara onlar öğretmiş.
Ani Antik Kenti, Çıldır Gölü ve Boğatepe Köyü’ne gittiğimiz taksici Reşat Bey tam bir Karslı. Konuştuğumuz bütün mekanlar onun bir akrabasının, sanırım Kars onların :S
Reşay Bey, bir hayli renkli bir karakter. Malakanların Nazilerden kaçan Almanlar olduğunu iddia etti gün boyu. Ben de "Almanlar mı, yahudiler mi, acaba?" dedim durdum. Birilerini arayıp sordu ve "Hristiyanlarmış," dedi. Kendi kendime savaştan kaçan Almanlardır belki de, demiştim. Neyse ki internet var da teyit ettim. Yoksa buraya onun anlattıklarını yazacaktım. Kahvaltı yaptığımız Cihangirzade isimli kafede bize eşlik etti ve iki kişilik serpme kahvaltıyı dört kişi bitiremedik. Reşat Bey epey de kilolu olmasına rağmen "Ben yemeyeyim, kilo yapıyor," diyor. Bir hayli güldüm bu sözüne. Reşat Beyciğim yüz gram daha alsan ne almasan ne ☺ Yolculuğa başladığımızda arkadaşım gözlüğünü takıp aynaya bakıyordu, yakıştı mı diye bize de sordu. Reşat Bey yine girdi söze "Podyuma mı çıkacaksın? Gözünü korusun yeter alla alla..." mkratdhjzkzszeimlatekm
Ani Antik Kenti
Ani Harabeleri merkeze otuz kırk dakika mesafede ama Çıldır Gölü’ne ters istikamette. Bir günde ikisine de götüren, kişi başı elli liraya turlar var. O turlarla gitmek daha mantıklı. Sadece Boğatepe Köyü için taksi tercih etseniz bile bizim verdiğimiz ücreti bulmuyor. Araç kiralamadıysanız ve de ekonomi yapmak istiyorsanız tavsiyem tura katılmanız yönünde. Taksiciler yakın fiyatlar istiyor ve ilk başta söyledikleri miktardan bir lira dahi indirim yapmıyorlar.
Ani Ermenistan sınırında.
Ermenistan’ın Ani’yi taşıyarak ya da benzer yapılar kullanarak kenti kendi sınırlarına almak istediği ama Unesco’nun izin vermediği gibi bir bilgi aldım ama teyidini yapmadım (Sanki ajanım, bu ne gizem hehehe).
Kent içindeki Fethiye Camii’nin, Alparslan fetih esnasında namaz kıldığı için bu ismi aldığına inanılıyor ama rehberin yorumu; o dönem Türklerde Müslümanlık çok yeni, hükümdarların namaz kılma, özellikle de camide namaz kılma gibi alışkanlıkları olmadığı tahmin ediliyor, halk böyle bir güzelleme hikayesi yaymış olabilir. Camii 1001 yılında katedral olarak yapılmış. VI. yüzyılda inşa edilen Ayasofya’nın, XI. yy.’da kubbesi yıkılmaya yüz tutunca bu katedralin mimarından (Tiridat Mendet) tamir için yardım istenmiş. Dönemin Ermeni mimarları bölgenin iklim şartlarının çetinliği ve deprem bölgesi olmasından ötürü çok başarılılarmış. Kilise içindeki freskler, camiye dönüştürülünce beyaza boyanmış. Katedralin yapımı Kral Sembat tarafından başlatılmış ama karısı Katranide tamamlattırmış. Katranide’nin mezarı geçen yıl yapılan kazılarda bulunmuş.
Çıldır Gölü (Ardahan)
Gölün hemen üzerinde Arpaçay Kütük Evi var. Evin özelliği yalnızca Finlandiya’da yetişen bir ağaçtan yapılması. Ahşap ama su-kar çekmiyor, kokmuyor, özel bir ağaç. Verniksiz sağlam kalıyor.
Ev valilik bünyesinde, göl manzaralı. Gölden çıkarılan ve Sarıbalık (sazan) denilen balıktan yedim. Balık lezzetli ama pişirme şeklinden ötürü hoşuma gitmedi. Tuzsuz pişiriyorlar ve nedenini sorduğumda "Genelde yaşlılar geliyor, hasta olma ihtimallerine karşı hiç tuz atmıyoruz," şeklinde bir açıklama yaptılar. Keşke cevap bu olmasaydı, külliyen hayal kırıklığı.
Boğatepe Köyü yolu üzerindeki Aygır Gölü'nü de gördük. Ardahan sınırları içinde. Efsaneye göre; ailesinin zorla evlendirmeye çalıştığı bir genç kız düğün gecesi kaçıp kendini göle atmış ve cesedi bulunamamış, göldeki girdabın kızı içine çektiği söyleniyor. Ama ben kızın bir sevgilisi olduğu ve ona kaçtığına inanmak istiyorum. Yani ben o kıza böyle bir son yazdım. Öldürmeye kıyamadım.
Boğatepe Köyü’ndeki Ekomüze’yi çok beğendim. Fikir Zümran Ümür isimli bir hanımefendiden çıkmış. Yörede ünlü bütün peynirlerin nasıl yapıldığını ve tarihçesini araştırmış, müzeye dönüştürmüş.
İshak Paşa Sarayı
Sarayı görmek üzere yola çıktığımda eşi İranlı bir beyefendiyle tanıştım. Eşi sünni olduğu için aralarında kültürel bir sorun yaşanmadığını söyledi. İran’da muta nikahının epey yaygın olduğunu, orada Cuma namazına gittiğinde vatandaşın güldüğünü ve İranlıların çok güzel şekerlemeler yaptıklarını öğrendim. Namazları da farklıymış, secde yapacağı yere üç ya da tek taş koyup namaz kılıyorlarmış.
Halk kendi arasında, sınır belirleyen çayların üzerindeki köprülerden geçerek evlilikler yapıyormuş. Kürtler gelin alıyor ama kendi kızlarını gelin vermiyormuş.
Diyadin Kanyonu
Ağrı’nın Diyadin ilçesindeki kanyon ve kaplıcaları da gördüm. Kanyon harika, kaplıcalara aklı olan gitmesin. Bir de görece küçük ilçelere toplu taşıma belli başlı saatlerde var. Hatta gündüz on ikiden sonra araç bulamayabilirsiniz. Diyadin’de dışarıdan gelen kişilerin kalabileceği bir otel ya da apart yok. Kanyon’dan ötürü epey turist çeken bir ilçe, özellikle yabancı turistler geliyormuş fakat hala daha kalacak yer olmaması çok ilginç. Siyasete girmeyeceğim sebep siyasi maalesef.
Doğubeyazıt’a dair iyi hatırladığım tek şey Kardeşler Simit Sarayı ve personeli. Simit çok güzeldi. Oradan Van’a geçtik. Kahvaltıda iki tane yememe rağmen birkaç tane de sonra yemek için simit aldım.
Van
Van kahvaltısı için Bak Hele Bak Kahvaltı Salonu en iyi seçenek. Özellikle ceviz tatlısı, fırından yeni çıkmış pide, kuru cacık ve kavurmalı yumurta mükemmeldi. Kavut (sütlü buğday kavurması), murtuğa gibi görüntüsü helvaya benzeyen ama bal ya da pekmezle karıştırılmadan pek de lezzetli olmayan kahvaltılıkları da var, ben onları sevmedim :(
Mekan sahibi Yusuf Konak’tan tavsiyeler; tarlan varsa içinde, işin varsa başında, eşin varsa yanında duracaksın.
Van’da sanat sokağı ve rus pazarlarında dolaştık. Van Kalesi’ne giderken Kedi Evi'ne uğradık.
Irk çalışmalarının yapıldığı kedi evi Yüzüncü yıl Üniversitesi bünyesinde. Van kedisi cinsini korumaya yönelik uygulamalar yapılıyormuş. Ama yerleşke şehir dışında olduğu için küçük bir kedi evi yapılmış şehir içine. Van kedileri en fazla sekiz yavru veriyor fakat yeterli emzirme açısından dört yavru sağlıklı biçimde büyüyebilir. Üç tür kedi var (göz renklerine göre); mavi kahve, mavi mavi, kehribar
Kedi evinin yanında, Savat işçiliğiyle şekil verilen takıların sergi ve satışının yapıldığı, büyükçe bir han gezdik.
Atölyeler de hanın içinde. Savat, Urartular’dan kalan eserler incelenirken fark edilmiş, tarihi çok eski olmayan bir maden. Savat "siyah" ve "bilgili, bilge kişi" anlamına geliyor. Takılar güzeldi. Ama altını aratmayan fiyatlarda.
Van Gölü (Denizi)
Van iskelede teknede balık ekmek yiyebilirsiniz. Eminönü gibi. Gölden çıkarılan (o da maden evet ☺) inci kefali var. Kılçıklı dediler ama değil. Tekneleri geçtikten sonra karşımıza çıkan, her masada bir sobanın olduğu İskele Kafe epey müşteri çekiyor. Oturduğunuzda sobayı yakıyorlar, isterseniz üzerine kestane de getiriyorlar.
Nostaljik bir ortam, babanesinin evinde soba üzerinde kestane kebap yapmamışlar anlar mı, bilemedim ama.
Van’ın Gevaş ilçesinden ulaşılan Ahtamar Adası'na tekneyle gittik (Akdamar da deniyor). Adaya en kısa ulaşım Gevaş’ın İskele mevkiisinden. Edremit ilçesi ve Gevaş’ın farklı yerlerinden giden tekneler de var tabii. Adanın tepesine Ermeni Aziz Haç Kilisesi yerleştirilmiş.
Kilise ve adayı çok beğendim. Sabah gidip akşama kadar manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Siyah bir tavşan da gördüm ama kaçtı, sevemedim.
Van bilinen bir büyük şehirden farklı değil. Suyla gelen medeniyet hissediliyor. Her şehirde karşınıza çıkabilecek marketler, dükkanlar orada da çıkıyor. İstanbul’dakiler kadar olmasa da yan yana ve büyük alış veriş merkezleri var. Evet, orada bile var, kaçamıyorsunuz :(
Genel analizlerim şöyle; turizmin gelişmesi için bölge halkının bilgilendirilmesi şart. Yerli ya da yabancı fark etmez. Kıyı bölgelerimizdeki gibi tek geçim kaynağını dışarıdan gelenlere bağlamak ve "Ne kazanırsam kardır, bir daha gelmese de olur," anlayışını benimsemek uzun vadede kaybettirir. Özellikle Kars’ta Doğu Ekspresinin etkisi, birkaç yıllık olmasına rağmen, bütün alım satımlara yansımış. Ne ara öğrenmişler, anlamıyorum. Dört şehir dolaştım, taksi ücretleri çok pahalı. Beş km yol, otuz lira :( Araç kiralamak daha karlı ama bunun için yöreyi bilmek gerekiyor, ben cesaret edemedim çünkü çok iyi bir sürücü değilim. Yollar da kış mevsiminde buzlanmadan dolayı tehlikeli.
Benim için güzel bir yolculuk oldu. Daha uzun ve birkaç şehri daha kapsayan bir tatili yeğler miydim? Elbette evet ama bu kadarı da harikaydı. Yazıya dökülmeyen binbir anıyı ve hafızamı asla terk etmeyecek muhteşem görüntüleri düşüneceğim önümdeki günlerde, bir sonraki seyahatim için teşvik edici olacak :)