Albert'i okumaya Yabancı romanıyla başlamıştım. Fakat yaşım küçük, hayat deneyimim az olduğundan -sanırım- üzerimde ciddi bir etkisi olmamıştı. Kaybolmuş, hiçbir şeyi umursamayan, duyguları yokmuş gibi davranan bir adamı anlatıyordu. O herkese yabancıydı, yaşadığı dünya da ona.
Okuduğum ikinci kitabı Sisifos Söyleni oldu. Kitap ismini Antik Yunan Mitolojisinden almış. Sisifos, Homeros'a göre ölümlülerin en bilgesi fakat tanrıları kızdırması sonucu bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmış. Tam çıkardığı sırada taş aşağı yeniden yuvarlanıyor ve taşın ardından bakan Sisifos, tepeden inip taşı tekrar çıkarmaya çalışıyor. Albert, Sisifos'un her deneyişinde, tekrar düşeceğini bile bile, taşı çıkarmaya gayret etmesinin trajikliğini anlatıyordu.
Sisifos'un çaresizliğini görüyor, çözüm bulamayacağını biliyor ama yine de 'Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter,' diyerek intiharı -vazgeçişi- haksız çıkarmaya çalışıyordu.
Sisifos Söyleni'nde Albert'e dair fikirler biraz daha oturmaya başlamıştı kafamda ama asıl etkiyi Düşüş'te yaşadım. Modern insanın toplumsal hayat içindeki iki yüzlülüklerini lafı eğip bükmeden anlatıyor ve yüzümüze yüzümüze çarpıyor.
Söze 'Canınızı sıkmak istemem,' diyerek başlıyor ama aslında amacı tam da bu; rahatsız etmek, bir şeylere uyandırmak.
Kah yargıç, kah avukat, kah kadınları metalaştıran bir zampara, kah kahramanlık yapmak isteyen sıradan vatandaş, kah zengin bir işveren... Herkes oluyor.
İnsan davranışlarının kök nedenlerine iniyor. Bu kadar derin gözlem yapmak için kaç yıl yaşamak gerek bilmiyorum.
Düşüş'ten sonra daha iyi anlıyorum, her şeyin farkına vardığımız halde yaşayabilmemiz mucize. Büyük bir inanç; neye olduğuna karar veremediğim. Herkes sarılacak bir neden buluyor ve nefes almaya devam ediyor.
Eski bir şair arkadaşım, erkek kardeşi olduğu ama abisi olmadığı için, Albert'i abisi gibi gördüğünü kendisine rol model aldığını söylemişti. Ben de kadınlarla ilgili davranışlarını örnek almamasını öğütlemiştim :)
Arkadaşımın karamsarlığı, yağmurlu havayı sevmesi, en sevdiği rengin füme olması ve şair nahifliğine rağmen fanatik bir taraftar olabilmesi... Sanırım insan tutunup gerçeklerden kaçabileceği bir alan arıyor hayatına 'Maç izlerken her şeyden uzaklaşabiliyorum,' derdi, Albert'in de dediği gibi.
Albert onun abisi çünkü bütün o saçmaya indirgemelere - absürdizm savunmalarına rağmen umut aşılamaktan geri durmaz ve der ki; insanın her gün yaptığı en iyi şey intihar etmemeye karar vermektir. Aşağıdaki karede ise ikiz çocuklarıyla eğlenirken ne kadar mutlu olduğunu ispat eden bir içtenlikle gülümsemiştir bize.
Albert artık benim de yakınım; arkadaşım, dostum, dayım, yoldaşım, bilge baykuşum. Ara sıra yanına uğrayıp dertleşeceğim onunla, denemelerinde içinde bulunduğum çıkmaza ışık arayacağım. O izi hiç bulamayacağım belki ama umudumu da kaybetmeyeceğim.
Şubat 2018