Profil

Fatma Katırcıoğlu

Sosyolog & Yazar & Aile Danışmanı
1988'in sıcak bir Haziran günüydü, annemin sancıları biraz erken tuttu ve tam da babamla evlilik yıldönümlerinde ben doğdum. Elbette hatırlamıyorum ama böyle anlatıldı, inandım. Aradan geçen yılları çok hatırlamamakla birlikte kendimi Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünde buldum, ardından İstanbul Üniversitesi'nden Pedagojik Formasyon ve Aile Danışmanlığı Sertifikası aldım. Psikoloji kişisel ilgi alanımdır ve gerekli eğitimleri alarak uzmanlaşma girişimlerim devam ediyor. Sayfamda yazılarımı, hikayelerimi, gezilerimi, fotoğraflarımı, içimde saklanan ve belki de ömrüm boyunca ulaşamayacağım kadına dair paylaşımlarımı bulacaksınız.

Ben de mi Yıldız Tozuyum

Özel olmak, seçilmiş olmak, mucize olmak, huylu olmak, ermiş olmak, tanrının sevgili kulu olmak...

Kutsanmışlığın birçok ifadesi var ve ifadelerin hemen hepsi, ulvi bir gücün yeryüzündeki bir insana kimsede olmayan bir nitelik hediye ettiği manası taşıyor. Ben materyalist olduğum için ilahi bir gücün birilerini seçtiği fikrine hiç inanmadım. Doğru genlerin birleşimi sonucu kimi insanların çevresindekilere göre, bazen az bazen ise oldukça fazla fark yaratabildiğini düşünüyorum. Bazıları avantajlı ailelerde doğup büyüyor, bazıları öldürmeyen acının güçlendirdiği hayatlar yaşıyor, bazılarının içindeki cevher ise ancak çok törpülenince ortaya çıkıyor. Ancak -dediğim gibi- hiçbir zaman birilerinin seçilmiş, ödüllendirilmiş ya da kutsanmış olduğuna ihtimal vermiyorum.

Çünkü bu ihtimale şans vermek tanrısal bir güce inanmak anlamına geliyor. Tanrısal güç varsa, yani yaratılıyorsak, birimizin diğerimizden farkı neye göre belirleniyor? Senaryo mu hayatımız? Seçilenler başrol diğerleri de figüran mı? Diyelim ki burayı deşmekten yorgunum, diğer olasılığı sorgulayayım; tanrı yarattıkları arasında neden ayrım yapıyor? Sylvia Plath olarak doğacak kişiyle Sezen Aksu olarak doğacak kişiye kim, hangi sebeplerle karar veriyor? Ya da neden biri doğar doğmaz bir bombalı saldırının hedefi olurken diğeri gözlerini dünyaya, Royal Family üyesi olarak açıyor ve yaşamına yedi yüz sıfır önden başlıyor? Dini kitapların tefsirleri, felsefe, tanrının (dinlerin) doğuşu, mitoloji, uygarlık tarihi vs. hiçbir şey araştırmadığımı ve bilmediğimi varsaysam dahi, bu adaletsiz dünya düzeni tanrının varlığından şüphe etmem için yeter de artar, eminim.

Lakin ki asıl konu tanrının varlığı/yokluğu değil. Konu; bireyin -bir madde olarak- enerjisi ve bunun gündelik rutinlerini nasıl etkilediği. Ben ermiş değilim, sevgili kul da değilim ama kendimi görmek istediğim yer ve taşımak istediğim karakterden o kadar eminim ki evren o karaktere bürünmeme engel olacak kişileri yoluma çıkarıyorsa da rotama tek başıma devam etmemi sağlıyor; arkadaş ya da sevgili, ilişkimi kestiğim hiç kimseyle ilgili bir pişmanlık yaşamama izin vermiyor. Bu “Ben pişman olmam!” küstahlığı değil, yanlış anlaşılmasın. Önce, zaman zaman pişman olduğum, özlediğim, ağladığım da oluyor fakat sonra hiç beklenmedik şekillerde öyle insanlarla tanışıyorum ki ardından ağladığım kişilerin aslında nasıl insanlar olduğuna dair binbir ayrıntıyı ellerimde buluyorum. Hiç peşine düşmediğim, herhangi bir çaba sarf etmediğim halde. İnsanlar küçücük bir bilgi kırıntısı için kendilerini parçalayıp herhangi bir ipucuna ulaşamazken; ben bindiğim uçakta yanımda oturan kadından, küs olduğum eski bir arkadaşımın neden öyle davrandığını ya da eski sevgilimin bana söylediği yalanların aslını öğrenmemi sağlayan öyküler dinliyorum. Bu kişiler benim kim olduğumu bilerek anlatmıyor üstelik, hayata dair bir anekdot paylaşıyorlar ve o anekdotun kahramanı benim geçmişte alakalı olduğum biri çıkıyor. O kadar çok yaşıyorum ki bunu, kimse için, ah, yazık ettim sanırım, diyemiyorum. Diyecek olsam aniden biri çıkıyor karşıma ve böyle düşünmemem için gerekli verileri kucağıma atıp çıkıyor kadrajdan…

Dünya bu kadar mı küçük?

İşte bu aşamada kafam karışıyor. Ömrümün“Bizim için şer görünende bir hayır, hayır görünende bir şer olabilir,” vb. babaanne fikirlerini idrak edebildiğim aşamasına bu yaşta gelmek istemezdim aslında fakat çoktan gelmişim. Ne peki, bu? Tanrı yok, kabul; kimsenin senaryosu ya da gelişmiş varlıkların dünyada bırakıp gittiği az gelişmişler de değiliz, evet. Peki, o zaman neden? Neden, bizi sakınıldığımız fikrine yönelten şeyler yaşıyoruz? Evren hangimizi, hangi madde kuralına göre koruyor? Bu, benim taşımak istediğim karakterle mi alakalı yalnızca? En başta dediğim gibi, ben sahiden de iyi bir insan olmaya çalıştığım için mi, bakış açımın kirlenmesine neden olacak kişileri çok sevebiliyor ama yine de onları ardımda bırakabiliyorum? Bir tane, sadece bir tanecik bile mi “Bu muameleyi hiç hak etmemiş…” dediğim insan olmaz geçmişimde? Hepsi için, az bile yapmışım, ne çıktı içinden öyle, diyorum. Acı ama gerçek.

Seçimlerimin yanlışlığı ihtimalini gözden geçirmediğim düşünülmesin. Bu olasılığa da epey mesai harcadım. Ancak bu kişiler hiçbir ortak paydaya sahip değiller. "Şu tipler şunu yapar, bu tipler bunu söyler, o tipler onu sever..."  gibi kategorilere ayıracağım herhangi bir ortak noktaları yok. Siyasi görüş, sosyal tabaka, dünyaya bakış açısı, statü, iş, meslek, eğitim seviyesi, memleket vs. hiçbiri ama hiçbiri ortak değil. Aynı tarz insana iki kere şans vermeyecek kadar katı ve de genellemeciyim, maalesef. Yine de nasıl oluyor? Bilmiyorum. Evren beni koruyor, evet ama neden? Sırf iyi bir insan olmaya çalıştığım ve bu uğurda gerekirse kolumu kesip arkamda bıraktığım için mi? Bilmiyorum. Umarım bir gün çözerim bu gizemi...

Yorum Yap