Profil

Fatma Katırcıoğlu

Sosyolog & Yazar & Aile Danışmanı
1988'in sıcak bir Haziran günüydü, annemin sancıları biraz erken tuttu ve tam da babamla evlilik yıldönümlerinde ben doğdum. Elbette hatırlamıyorum ama böyle anlatıldı, inandım. Aradan geçen yılları çok hatırlamamakla birlikte kendimi Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünde buldum, ardından İstanbul Üniversitesi'nden Pedagojik Formasyon ve Aile Danışmanlığı Sertifikası aldım. Psikoloji kişisel ilgi alanımdır ve gerekli eğitimleri alarak uzmanlaşma girişimlerim devam ediyor. Sayfamda yazılarımı, hikayelerimi, gezilerimi, fotoğraflarımı, içimde saklanan ve belki de ömrüm boyunca ulaşamayacağım kadına dair paylaşımlarımı bulacaksınız.

Kadın

Biz kadınların mutsuz olmaya bile hakkı yok, hep şakıyacağız bülbül gibi, sürekli gülümseyeceğiz. Asık suratlı olamayız. İnsan değiliz çünkü, işimiz çevremizi daha doğrusu erkekleri memnun etmek. Onlar dünyayı yönetiyor değil mi? Ne cüretle yüzümüzü asıp keyiflerini kaçırıyoruz. Onları eğlendirmek ve onca ciddi işlerinin arasında biraz olsun nefes almalarını sağlamak için varız.

Canımız sıkılamaz. Kızamayız. Sinirlerimiz yok. Ne yaşarsak yaşayalım bozulamayız. Kırılamayız. Çünkü ortada kırılacak bir şey yoktur! Biz abartıyoruzdur! İstedikleri saygısızlığı yapabilirler bize! Bunu yüzlerine vurmamalıyız!

Neden?

Çünkü onların erkeklik egosu bizim kalp kırıklığımızdan daha önemli. Pohpohlanmalılar sürekli, ihtiyaçları vardır. Söylemiştim değil mi? Dünyayı yönetiyorlar ya hani, çok zor iş. Onlara güçlü olduklarını hissettirmeliyiz her an. Karşımızda zayıf düşecekleri, kendilerini yetersiz hissedecekleri hiçbir şey yapmamalıyız.

‘Daha çok kazanıyorsan istifa et, erkekler bunu kaldıramaz, ayrılırsınız,’ her kadın en az bir kere duymuştur bu tür cümleleri. Kelimeler farklı olabilir, anlam aynı olduktan sonra ne önemi var?

Evet, ne diyordum, canımız sıkkın olamaz. Bizim, saçımızın renginin tutmamasından, tırnağımızın kırılmasından, istediğimiz beden kıyafetin içine girememekten başka sıkıntılarımız olamaz.

Ekonomiden anlayamayız.

Kendi hayatımızı yönetemeyiz.

İyi araba kullanamayız. ‘Bak ben pozitif ayrımcıyım ama araba konusunda kadınlar kötü gerçekten, trafiğe çıkmasınlar,' bu cümleyi de kendisini kadın hakları savunucusu sanan arkadaşlarınızdan duymuşsunuzdur. Zaten arabası olmayan erkek sevgilisinin de almasını istemez.

Bizden iyi sürücü olmaz, olmamalı. Bunu söyleyen erkekler, en az on iki-on üç yaşından itibaren araba kullanırlar fakat hala trafik kurallarını bilmezler. Oysa kadınların (geneli) çok geç yaşlarda araç kullanmaya başlar ve kuralları fazla ciddiye aldıkları için kıvrak bir sürücü kıvamına gelmeleri uzun sürer.

Tabii, her biri F1 pilotu olan sevdiceklerimiz onlar gibi küçük yaşlarda sürücülüğe başlayan kadınların ne makaslar attıklarını görmez, inkar ederler. Kız arkadaşı kaza yaptığında mutlu olan insan gördü bu gözler. 'Zaten ne haddine ki araba kullanmaya çalışıyorsun?' bakışıyla ‘Geçmiş olsun yaaağğğ!' çeken ataerkil zavallılar.

Yani yarışa iki yüz metre önce başlamayı arkada kalana engel olarak görmüyor beyimiz. O kadar içselleştirmiş ki, önden başlatılmayı hak görüyor kendine.

 

Biz sağlam bir içici olmamalıyız. Sarhoş olup toparlanması gereken taraf hep kadın olmalı. Zayıf değilse dahi zayıf görünmeli.

Neden?

Çünkü erkekler onlardan daha uzun süre ayık kalabilecek kadınlar karşısında kendilerini kötü hissederler.

Sen kadın olarak, yaşama gayeni nasıl unutursun? Hiçbir konuda erkeğine kötü hissettirmeyeceksin! Sadece erkeğine de değil, çevrendeki bütün erkeklere aynı davranacaksın!

Problemlerin kökenini dile getiren de olmayacağız. Olmamalıyız. Erkekler sırlarının çözülmüş olmasını sevmez. Fark ettiysek de bazı şeyleri, bilmezden gelmeliyiz. Söylemiştim değil mi? Biz insan değiliz. İdare edilmeyi beklediğimiz şeyler yaşamıyoruz.

Kanser olduğunu karısına söylemeyip, doğrudan ve dolaylı bir şekilde bir sürü kişinin ölmesine neden olan bir adamın, karısının bu durumu kabullenemeyip ayrılmak istediği ve bu kadının bütün izleyiciler tarafından gelmiş geçmiş en büyük bitch kabul edildiği bir dizi izledik tüm dünya olarak. Breaking Bad’ten bahsediyorum. Diziyi izleyen erkeklerden Sky’a küfretmeyen bir kişi bulamazsınız. Kadın en güvendiği adamın katil bile olabildiğini öğrenince hiçbir şey olmamış gibi onunla sevişmeye devam etmeliydi. Hanım olarak kocası ne yapıyorsa onaylamalı; çocuklarının gözlerine, başka bir sürü çocuğun ölmesine neden olan bir iş yapmıyormuş gibi bakabilmeliydi.

Ver, ver. Akıl tutulması efektini koy oraya...

Kendilerinin şehir şehir dolaştıkları bir işleri yoksa kadının da olmamalı. Onlardan iyi olmamıza izin verdikleri tek konu güzelliğimizdir. Ki çoğu o kadar bile özgüven sahibi değildir, illa kendisine oranla çirkin, mümkünse dikkat çekmeyen bir kadını seçer. Daha güzelini seçen de bir süre sonra beğenmemeye ya da başka konularda kadına kendini kötü hissettirmeye çalışır.

Uyarımı tekrarlayayım; bunları asla dile getirmemeliyiz. Herkes bilir ama kimse konuşmaz. Konuşan feminazi ilan edilir. Başarı kriteri koca bulmak olan kadınlar tarafından eleştiriliriz en çok. Çünkü mevcut çirkinliklere karşı durmayı on - on beş dakikalık zevkleri için bir kenara bırakırlar. Terk edilmemek için duruma ses çıkarmazlar. Dünyada tek başına var olmaya ne cesaretleri ne de yetenekleri vardır. Ancak bir erkeğin himayesinde olduklarında kendilerini güvende hissederler.

Sistemin yürütücüsü kadınlara da güzel cümleler hazırladım ama yazı dilinde anlatabileceğimi sanmıyorum. Şahsen yüz yüze iletişimde iyiyimdir. Satın alınan olmak işlerine geliyorsa, parası ödenen şeylerin asla değerli olmadığını kavrayamıyorlarsa bu onların seçimi, beni ilgilendirmez. Herkes bir kere geliyor bu dünyaya ve mutluluk anlayışlarımız çok farklı.

Üzüldüğüm nokta; ben onları anlayabiliyor, mutluluk kriterlerine saygı duyabiliyorken, onların benim gibi düşünenleri anlamamaları. Fikirlerimizi kabul etmemeleri. Bütün kadınların hayat ülküsünün bir adamın soyadını almak olduğunu sanmaları. 'Değil,' diyenlerin yalan söylediğini düşünmeleri.

Çok ilginç değil mi? Ben onun parazit bir yaşamı seçmiş olmasını anlayabiliyorum ama o benim hayattan farklı beklentilerim olduğunu anlamak istemiyor...

Erkeklerimizin bizden kariyer beklentisinde olmamasına da değineyim; ofiste saçma sapan birkaç evrak işini yapmak zorunda kaldığım bir dönem olmuştu ve kurumdaki tek bir erkek bile bu durumdan rahatsız olmamıştı. Onların gözünde kadınların ciddi işleri yapması tuhaftı zaten. Tam da hak ettiğim, harcım olduğu gibi evrak işlerini yapmalıydım.

Vakit bulamadıklarını iddia ettikleri, yani gereksiz gördükleri işleri kadınlara bırakmaya gönüllü, ama kurumun bel kemiği işleri kimseye kaptırmamak için birbirini ezmeye meyilliydi hepsi. Neyse ki kendi değerimizi insanların bize verdiği değerle ölçmüyoruz da psikolojimizi sağlam tutmuştuk o günlerde. Yoksa halimiz haraptı.

‘Sana başka hiçbir konuda ihtiyacım yok, sadece sevgini istiyorum,’ dediğimiz bir erkek koşarak uzaklaşır bizden. Bir fayda da olmalıdır işin içinde. Çünkü erkek, sadece sevgiden yanında tutulmayı anlamaz. Kavrayamaz. Ona kadınların onsuz hiçbir şey yapamayacağı öğretilmiştir. Yapabilen kadın tipolojisi algısı dışında bir şeydir, idrak edemez ve koşarak uzaklaşır.

Salt sevgiden devam eden bir birliktelik tehlikelidir çünkü. Kadının erkeğe muhtaç olduğu alanlar da olmalıdır. Sevgiyi sürekli kılmak son derece zorken, çalışmayan bir kadını yanında tutmak çok kolaydır, 'Gidersem ne yaparım?' der, gidemez.

Kendi arkadaşları, çevresi olan kadın da zordur. Olur da erkeğimiz bizi aldatır ya da üzecek bir şey yaparsa gidip dertleşeceğimiz, kafamız dağılsın diye bizi dışarı çıkaran bir arkadaşımız olmamalıdır. Acımızı da sevincimizi de sadece erkeğimizle paylaşmalıyız.

Beraber yaşadığımız eve başka kadınla gelecek dahi olsa, gidememeli, onu terk edememeliyiz. Kendi sosyal statümüz olmamalı. Sonra da ‘Bensiz ölür ya, nasıl bırakayım?’ diye rakı masalarında arkadaşlarına ya da yatakta ikinci sevgililerine ağlamalılar. Bunu seviyorlar. Çok ilginç.

Karşı tarafın onayına bu kadar ihtiyaç duyan bir canlının dünyaya hakim olması asıl şaşırdığım. Sırf doğanın onlara sunduğu fiziksel artılardan dolayı bu hakkı elde etmiş olmaları da çok büyük şans. Ya da zamanında buna izin veren ananelerimiz suçlu. Kesin en akıllıları ‘Dünya işleri çok boş, bırakalım onlara, biz de onları yönetmekle uğraşalım,’ demiş, kanına girmiş herkesin. O günden bu yana arabesk günler geceler yaşıyoruz her anlamda.

Biz sevdiğimiz adama bile ulaşamıyoruz. Çünkü kadın hayatında olmasını istediği kişiye karar veremez. Bir hanım efendi olarak köşesinde bekler, onu seçenlerden birine 'Evet,' diyerek güya kendi seçimini yaptığı yanılgısıyla yaşar gider. Erkeğine fethedilen bir kale olduğu mesajını verir, yine kendi isteğinden çok onunkine hizmet eder.

Ah işte! Bilemedim. Tanrı beni ne kadar cezalandırsa yeridir. Varsa tabi. Ama sanırım var. Ve tek işi bana cezalar vermek. Çok komik. Ben Tanrı olsam çok zoruma giderdi. İşi gücü bırak kendi halinde bir kadının işlerini sarpa sardırmakla uğraş.

Hiç aklı yok sanırım.

'Dünyada açlık sefalet adaletsizlik almış yürümüş. Boş ver. Kimin umurunda? Fatma’ya birkaç ders verelim de iman etsin hihahahaha.'

Bu daha mühim. Evet.

Duygu Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’u çok doğru bir ifade.

Üç kelime ne çok şey anlatıyor.

İsmimiz cismimiz olmamalı bizim. Herhangi bir karakter varlığı göstermemeliyiz. Erkeğimiz incinir. Hiçbir yerde ondan çok konuşmamalıyız. Çok yetkin olduğumuz bir konuda bile sözü erkeğimize bırakmalıyız. Kadın olmayı öğrenmeliyiz. Onlara da bir şey diyemiyorum, kodlara öyle bir işlenmiş ki. Yine kendime kızıyorum; ben neden kodu bozuk doğmuşum? Bütün bunlar neden dokunuyor bünyeme?

Annem hamileyken beni düşürmek için bazı ilaçlar kullanmış, acaba, onlar mı mutasyona uğrattı genleri? Herkes bu düzende mutluyken, ben neden değilim? Bana neden onaylamadığım şeylerden memnunmuşum gibi rol yapmak ağır geliyor?

Biz neden idare eden, onları çocuk gibi pışpışlayan taraf olmak zorundayız? Ortada bir sevgi varsa iki taraf da birbirini kaybetmemek için uğraşmalı.

Evet, sen çok değerlisin erkek arkadaşım ama ben de çok değerliyim. Neden sana kırılacak bir kristal gibi davranmak zorundayım? Niye mutlu birlikteliğin sırrı hep kadında oluyor? Bu çok ağır bir sorumluluk. Kadın idare edebildiği kadar mutlu oluyor. Rol yapamıyorsa ömürlük mutsuzlukların muhatabı.

Eskilerin yıllarca sürmüş evliliklerine bakıyorum; kocalar kendilerinden herhangi bir taviz vermemiş. Bütün ev ahalisi babaya göre şekillenmiş. Çünkü anne o öğretiyle büyütmüş çocuklarını. Birçok evde baba çocuğun nasıl yetiştirildiğine dair fikir sahibi bile değil. Baştan söyleyeyim, bunun öyle eğitim seviyesiyle falan da hiç alakası yok. Profesör de olsa kadından sabahın beşinde kalkıp kocasının diyet yemeğini hazırlaması, kendi işine gücüne sonra bakması bekleniyor. Yazık, bunu anlatan kadın bir hukuk profesörü. Eşinin yemeğini hazırlayıp derse gidiyor ve koca uyandıktan sonra evin brokoli kokmasına sinir olduğunu söyleyen bir mesaj atıyor kadına. Kadın hiçbir tepki vermiyor, dersini anlatmaya devam ediyor. Çünkü adam hasta ve sadece haşlanmış sebze yemesi gerekiyor.

Kadının itinasını yanlış bulmuyorum hatta takdir ediyorum, tam bir seven insan davranışı. Ki insan evlenirken iyi günde kötü günde diye yemin eder. Sevdiğin kişi için gerekirse hiç uyumaz, hiç dinlenmez, canını dişine katarsın. Ama aynı fedakarlığı erkek neden yapmıyor? İsyanım bu noktaya.

Ben ev arkadaşım daha yorucu bir işte çalışıyor diye o gelmeden yemeği yapmaya çalışırdım. Trafikte çok kaldığı için üzülürdüm. Sevdiğim adama da aynı hassasiyetle yaklaşırım. Yorgundur diye, vakti yoktur diye, eve ondan önce geliyorsam her şeyi hazır bulsun isterim. Erkek olduğu için değil, sevdiğim için yaparım. Ve beni sevdiğini iddia ediyorsa o da göstermelidir aynı özeni.

Eminim ki eşinden daha ağır işlerde çalıştığı, eve daha geç geldiği halde ev işlerini tek başına yapan bir sürü kadın var. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, etrafınıza şöyle bir bakın göreceksiniz.

Süper kahramanların hepsi erkek güya ama gerçek hayata baktığımızda olağanüstü güçlere sahip olması beklenen taraf kadın. Her şeye kusursuz bir şekilde yetişmek zorunda olan o.

Cefakar, vefakar, özverili, fedakar...

Kendini kenara atıp başkaları için yaşamayı anlatan ne kadar kelime varsa hepsi kadına atfedilmiş.

Kalıplar o kadar dar ki içine giremiyorum ve sadece toplum değil tüm evren tarafından dışlanıyorum. Birkaç paragraf yukarıda bahsettiğim gibi, işlerim ters gitsin diye çabalıyor kendisi.
Üniversite öğrencisiyken, erkek arkadaşımın değil de başka şehirde yaşayan bir kız arkadaşımın yanına gitmiştim, yaz tatili öncesi son paramla. Çocuk nasıl gönül koyduysa artık kızın evini bok basmıştı. Evet bildiğiniz bok. Yolculuk esnasında da başıma bir sürü aksilik gelmişti. Erkeklerimizi incitince bedelini ağır ödüyoruz. Buna üç bin beş yüz örnek yazarım ama gerek yok şimdi. Bir insanın hayatında kaç kere tuvaleti taşar ve bütün eve yayılır ki? Başka örneğe gerek var mı? Hayır.

Dinle aramın açılması da cinsiyet ayrımına dair aklımın almadığı şeyler sayesinde olmuştu. Bütün yaptırımlar mı kadını kısıtlamaya dair olur? Bu nedir? Bu kadar mı korkuyorsunuz kadınlardan?

İnanç sistemlerinin sırrını çözmem zor olmadı. Bunun için epey araştırma yaptım tabii. Sözüm ona müminlerin zahmet etmediği şeyle başladım, gittim, kendi dilimde okudum o malum kitapları. Sonrası geliyor zaten. Bu konuya girmeyeceğim yalnız, sakinliğimi koruyamıyorum, maalesef.

Böyle olmamalıydı.

Bu beden bu ruha uyumlu değil.

Bu ruh da bu topraklara yabancı.

Başka bir yer de yok ki gidebileceğim. Paketten çıkmışız bir kere, açılmış bantlarımız. Aynı hale getirip kutuya geri sokmak mümkün değil. Böyle evin köşesinde, arızalı, hiçbir işe yaramayan ama bir türlü de atılamayan bir eşya gibiyim. Ev dediğim de dünya. Atmıyor kimse beni çöpe. Ama işe yarar da hissettirmiyor.

Kadınım zaten, eksi beş yüzden başlıyorum. Elim ayağım tamsa kırıyorlar bir tanesini. Adil bir yarışa sokmuyorlar. Bedenime zarar vermeye yetmemişse güçleri, zihnime geliyor sıra. Zarar vermek olduktan sonra amaç, gerçekleştirmek hiç zor değil.

Ruhumda açılmış milyon tane yara varken, bedenim sapasağlam olsa ne ki? Ne işime yarıyor? Enerjim mi kalıyor o yarışa girmeye? Kalmıyor. Birçok hemcinsim daha erken yaşıyor bu uyanışı. Daha küçük yaşlarda kabulleniyor biraz geride durması gerektiğini.

Ah işte o ilaçlar… Ah anne… Ah...

Otuza yaklaştım ama hala direniyorum, kabullenemiyorum.

Uyanmamak için akla karayı seçiyorum.

Ve daha çok parçalanacak dizlerim.

Israrla öğrenemeyeceğim.

Anatomim dışında yüklenen kadınlık rollerini benimseyemeyeceğim.

İncinmeye devam edeceğim.

Her neyse artık. Güzel bir şarkıyla bitireyim. Kendi adaptasyon sorunlarıma içten içe ağlayayım.

'Sen yağmuru çok seven küçücük şey, ben kendine geç kalan bir kadın'

Mayıs 2017

Yorum Yap